Dünya, her an bir mucize barındırıyor. Sabah uyandığınızda pencerenizden sızan ilk ışık, bir ağacın dalında açan tomurcuk, bir çocuğun samimi gülüşü…
Hayret Etmediğiniz Günü Ömrünüzden Düşün
Dünya, her an bir mucize barındırıyor. Sabah uyandığınızda pencerenizden sızan ilk ışık, bir ağacın dalında açan tomurcuk, bir çocuğun samimi gülüşü…
Tüm bunlar aslında birer hayret vesilesi. Peki ya biz?
Bu mucizeleri kanıksamış, olağan sayar olmuşuz.
Bir otobüs durağında, yağmurun ardından çıkan gökkuşağına kaçımız gerçekten hayretle bakıyoruz?
Ya da gökyüzündeki sonsuz yıldıza, bir bebeğin parmaklarının küçüklüğüne, bir kar tanesinin eşsiz desenine... Bunlar artık bizi şaşırtmıyor. Rutinin tekdüzeliği içinde kaybolmuş, merak etme yetimizi yitirmiş gibiyiz.
Hayat, hayretle anlam kazanır.
Yeni bir şey öğrendiğimizde, daha önce fark etmediğimiz bir detayı keşfettiğimizde duyduğumuz o şaşkınlık hissi, bizi diri tutar.
Hayret, aynı zamanda bir öğrenme kapısıdır.
Hayret etmediğimiz bir dünya, yeni sorular sormadığımız, yeni cevaplar aramadığımız bir dünyadır.
Ve böyle bir dünya, maalesef ki ruhsuz ve yavan bir yerdir.
Her gün, yaşama dair yeni bir şey keşfetme potansiyeli taşır.
Sadece etrafımıza biraz daha dikkatli bakmak, kalbimizin ve zihnimizin kapılarını ardına kadar açmak yeterli. Gökkuşağına tekrar hayretle bakmak, bir çiçeğin kokusunu gerçekten içine çekmek ve bir yabancının yardımına gülümseyerek karşılık vermek. Küçük gibi görünen bu eylemler, aslında hayatı yeniden canlandırma gücüne sahiptir.
Her günün sonunda, o gün neye hayret ettiğimizi kendimize sorsak nasıl olurdu? Hayatın bizi şaşırtmasına izin versek, kanıksamanın o ağır yükünden kurtulsak...
Emin olun, hayret etmediğimiz her gün, ömrümüzden düşmüş bir gün gibidir.